Dergiden Seçmeler

Genç Dindarlığı ve Algılar - Prof. Dr. Mustafa Tekin İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Genç Dindarlığı ve Algılar - Prof. Dr. Mustafa Tekin İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Türkiye dindarlığı hiç şüphesiz kendi içerisinde hem dindarlığın farklı boyutlarını, hem de genel dindarlık içerisindeki farklı dindarlık biçimlerini de ihtiva eder. Dindarlığın kapsamı içine giren ve konumuz bağlamında tartışılması gereken bir diğer dindarlık da gençlik dindarlığıdır. Ya da gençlik ve dindarlık arasındaki ilişkidir. Biz bu makalede gençlik ve dindarlık arasındaki ilişki üzerinde durmaya çalışacağız. Burada gençlerin dindarlık düzeylerine dair bilgi ve istatistik aktarmaktan ziyade, gençliğin din, dindarlık algıları ile bu algılardaki dönüşüme eşlik eden sosyolojik faktörlere kısaca temas edeceğiz.

Genelde Türkiye’de dindarlık ölçen çalışmalar, kendi içerisinde itikat, ibadet, dinin etkileme boyutlarına dair istatistikler çıkarırlar. Bu ölçümlerde çoğunlukla klasik ibadetleri yerine getirme oranlarının ileri yaşlardaki kişilerde gençlere nazaran daha fazla olduğunu gözlemleriz. Biz burada gençlerin klasik anlamda itikat ve ibadetleri üzerinden değil, daha çok Türkiye’nin değişen konjonktürüne, bu konjonktürde bazı faktörler üzerinden mevcut gençliğin dindarlığına dair bazı analizlerde bulunmak istiyoruz.

Bu bağlamda Türkiye gençliğinin yıllar itibarıyla kabaca üç evresine işaret etmeliyiz. Birincisi; daha çok 1970’li yıllarda tebellür eden gençliktir. Bilindiği gibi 1970’li yıllar Türkiye’nin yoğun siyasal kamplaşma ver tartışmalarının yer aldığı; daha da önemlisi bu kamplaşmaların gençlik hareketleri üzerinde görünür olduğu bir dönemdir. Henüz İslamcılığın yeni yeni kristalize olmaya başladığı bu devrede gençlik, sağcılık ve solculuk gibi ideolojik, siyasal, toplumsal yönelimler içerisinde kendisini ifade etmektedir. Burada belki bu yönelimler bağlamında altını çizeceğimiz önemli nokta; gençliğin kendisini feda edebileceği bir “dava” kelimesinin, yönelimlerinde ciddi belirleyiciğinin bulunmasıdır. Dine ilgi düzeyi farklı olsa bile, dinî bilgi düzeyinin  düşük olduğu bu gençlikte, dindarlığın retoriksel söyleminin olabildiğince güçlü olduğunu görmekteyiz. Dinî kitap sayısının da düşük olduğu bu yıllarda belki dönemi en iyi karakterize edebilecek islami dil Necip Fazıl’ın heyecanlı dilidir. “Dinsizlik”, “dine hücum”a karşı olabildiğince savunmacı, hızla siyasal kanallara akabilen bu dindarlık söyleminin bir blok oluşturma  ve dışarıya karşı direnç duygularının olabildiğince güçlü olduğunu görmekteyiz. Bu dönem aynı zamanda Türkiye’nin şehirleşmeye başladığı, büyük şehirlere kırsaldan öğrenci akışlarının olduğu; dolayısıyla çevre-merkez karşılaşmalarının farklı görüntülerini izleyebildiğimiz yıllardır. Özellikle çevreden gelen gençlerin üniversite ve şehir ortamlarında retoriksel dinsel söyleminin, geldiği sosyoekonomik çevrelerle birleşince güçlü fakat naif dirençlere dönüşmesi mümkün olmuştur. Çevrenin mahrumiyetinden dolayı arabesk tarzlar taşıyan bu gençlik durumu, Batıcıların imtiyazlarına karşı da üretilen retoriksel söylemden güç alıyor ve aslında daha sonraki zamanlara yönelik pozisyonlar üretiyordu.

İkinci dönem ise, 1980’lerden başlayarak 1990’ların ortalarına kadar devam eden zaman dilimidir. 1980’lerin her şeyden önce önemli bir dönüm noktası oluşturduğunu belirtmeliyiz. “Dava”, “hedef” ve “ülkü” kavramları etrafında özetlenebilecek daha önceki dindarlık algısı ve yöneliminde, 80’lerden sonra bir esneklik ve erime meydana gelmiştir.

Bu ikinci evre, aynı zamanda din eğitiminin resmî ve sivil ortamlarda yükseldiği, yaygınlaştığı; dinî yayınların ve bilgilerin de arttığı bir zaman dilimidir. Bu dönemin genç dindarlığında retoriksel dinsel söylem kısmen devam etse de, 90’ların sonlarına doğru heyecanını kaybederek sönükleştiğini söylemek lazımdır. Bu dönem gençliğinin dinî bilgi boyutu, sahip olduğu maddi imkânların artması, gençlik arasında farklı sınıfsal dindarlık söylemlerinin de üretilmesini sonuçlamıştır.

Hiç şüphesiz tüm bu dönemlerde gençlik dindarlıklığının hep aynı düzey ve yönelimlerde olduğunu söylemeye çalışmıyoruz. Dine ilgi duyan, onunla pozitif ilişkiler kuranlar olduğu kadar,  dini daha negatif ilgilerin konusu yapan bir gençlik de vardır. Burada önemli olan 1980’li yılların siyasal ve toplumsal ortamının dine dair her tür ilgilerde, dindarlık düzeyi ve algılarında bir değişim faktörü olarak kuvvetli etkisini görebilmektir. 

Genç dindarlığı için üçüncü evreyi 2000 sonrası dönem olarak belirleyebiliriz. Bu dönem gençliği teknoloji kullanımındaki yaygınlık ve yoğunluk, yükselen refah düzeyi, sınıfsal yaşam ve farklı yaşam tarzları arasındaki akışkanlıklar, esneklikler ve geçişlilikler tarafından belirlendiğini öncelikle söylemeliyiz. Bilhassa tüketimin kimlik belirleyici bir öge hâline gelmesi ve sanal ağlara hızlı ulaşım ve sistem içi kalma, yeni trent gençliğin dine ilgilerinde oldukça belirleyici görünmektedir. Tablet ve çok işlevli telefonların alt sınıfların kendi ekonomik sınırlarını zorlayan yaygınlığı, facebook, twitter gibi sanal ortamların bir hayat tarzı ve bilgi düzeyi oluşturduğunu görebiliriz.

Bu yeni dönemde belki en fazla dile getirilen ve “şikâyet” sadedinde sunulan zaafiyetler popüler dindarlık söylemlerinin ve buna bağlı yaşam tarzının yükselişi, tüketimin dinsel form ve söylemlerdeki belirleyiciliği, kitaplara bağlı dinî bilgi düzeyindeki düşüş, yaşamdaki hız ve buna bağlı olarak dinî hayat ve dindarlıktaki yüzeyselleşme. Tüm bunlarla bağlantılı olarak ülküsellik ile insanlık ve ümmete dair dert edinme oranlarında ciddi düşüş. 1970’li yıllarda dinî bilgi materyallerinin yetersizliğine bağlı olarak gelişen dinî bilgi düzeyindeki düşüklük, bu dönemde dinî bilgi düzeyindeki artışa rağmen yüzeyselleşmeye kendisini bırakmaktadır ki, göstergelerin “ibre”yi kaybettirdiği postmodern bir karakteri imliyor olsa gerektir.

İçinde bulunduğumuz zaman diliminde din, gündelik hayatın ve gençlik ajandasının başat konularından olmakla birlikte, gençler arasında daha çok bir söylem bolluğu ve çeşitliliği içinde ilişkiler ağı çerçevesinde tüketilen bir metaya dönüşmekte, gündelik ilişkilerde önceki nesil gençlikte olmayan müthiş bir özgüven unsuru, tarihsel, bilgisel, illeti ile karşımızda tezahür etmektedir. Bir başka deyişle, gençliği İslam’ın tarihsel derinlikleri içerisinde sağlıklı yollardan Hz. Peygamber’e (s.a.s.) ulaştıracak kök vurguları, tüketim “ağ”ları içinde ancak birkaç adım yol alabilmektedir.

Diğer yandan postmodern bir karaktere uygun olarak bugün genç kimliği, kimlik algısı ve dindarlığın olabildiğince parçalı bir nitelik sergilediğini SEKAM’ın “Türkiye’de Gençlik” araştırmasının verilerinden öğreniyoruz. Bu durum hayata ve dine de parçacı bir tarzda yaklaşan gençliğin, bir yandan seküler niteliğinin, diğer yandan dini kendi bütünselliği içinde algılayamadığını; belki daha da önemlisi İslam’ın bakış açısından oldukça mesafeli bir din algısı ürettiğini de göstermektedir.

Gençlik ve dindarlık ilişkisine dair aslında ajandamızda yer almasını istediğim problemi “dine sağlıklı bir ilgi” temelinde açıklayabiliriz. Bu bağlamda genç dindarlığının da şu anahtar kavramlar çerçevesindeki problemlere odaklanması gerektiğini öneriyorum. Birincisi; seküler bir eğitim tarzının gençliğin dindarlık alıgılayışında ciddi problemler üretmesidir. Gençliği bütün boyutlarıyla istimlak eden istihlak kültürü ve bunun İslam’ı algılamada ortaya çıkardığı problem ki, geçmişte mahrumiyet çeken ebveynlerin bu gençliği madde ve hazza boğmakla mutlu edemeyeceğini anlaması gerekir. Üçüncüsü ise, gençliğin ülkü ve hedef bakımından yoksunluğu.

Gelecek sağlıklı bir şekilde kurulacaksa, bu kesinlikle “derdi” olan gençliğin sayesinde gerçekleşecektir.

​​​​​​